Türkiye’nin son İdlib harekâtını takiben (Şubat 2020, Bahar Kalkanı Harekâtı) küresel strateji çevreleri, Türk silahlı insansız hava araçlarının Suriye Arap Silahlı Kuvvetlerinin Rus yapımı Pantsir (SA-22) hava savunma sistemlerini başarılı bir şekilde avlamasına dikkat kesildi. Öyle ki, askeri bilimler alanında tanınmış bir mecra olan The National Interest, harekatın ardından “Türkiye, Orta Doğu’nun En Yeni İnsansız Hava Araçları Süper Gücüdür” başlıklı bir makale bile yayınladı (Axe, Nisan 2020).
Siz de Türkiye’nin halihazırda bölgesel bir SİHA/İHA gücü olduğu fikrindeyseniz, sıkı durun. Bu sürecin sonraki raundu daha büyük hedefleri beraberinde getirecek. Ankara’nın SİHA/İHA yeteneklerini geliştirme çabalarının mevcut kapasitesinde büyük sıçramalara yol açması muhtemel. Özetle, Türkiye, sahip olduğu insansız sistemler vizyonu istikametinde daha akıllı teknolojilere, daha ağır platformlara ve daha yenilikçi harekât tasarılarına yatırım yapıyor.
İnsansız hava araçlarının havadan-satıha seyir füzesiyle bir araya geldiği kombinasyon sayesinde ‘insansız derin darbe (deep strike) görevleri’, artık Türk savunma planlamacılarının tercihleri arasına girmiş olacak.
Daha akıllı teknolojilerin peşinde
Otonomi ve sürü davranışı (swarming), geleceğin robotik harp ortamını öngörebilmek için iyi anlaşılması gereken iki anahtar kavram olarak öne çıkıyor. Bu bağlamda Kerkes Projesi, Savunma Sanayii Başkanlığı’nın ortaya koymakta olduğu çabaların ağırlık merkezinde bulunuyor. 2019’da tanıtılan bu iddialı projenin odak noktasını, derin öğrenme teknolojilerine, (özellikle sinyal gönderip alma imkanlarını tamamen bloke eden ortamlarda) GPS tabanlı sistemlere bağımlı olmayan otonom navigasyon sistemlerine ve karmaşık savaş alanlarında akıllı hedef tespit özelliklerine sahip mini drone sürüleri üretmek oluşturuyor.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 2020’lerde gelecek platformları ise gerçekten farklı bir yetenek ortaya koyacak. "Akıncı" bu konuda azami dikkati hak ediyor.
Türkiye’nin mini taarruzi İHA ve SİHA’ları (loitering munitions / kamikaze drone) gelecekte üstlenebilecekleri roller konusunda umut vadediyor. Esas olarak döner kanatlı Kargu, bir gözetleme platformu olan Togan ve sabit kanatlı Alpagu’dan oluşan Türkiye’nin yeni nesil mini drone ailesi, ülkenin savunma teknolojisi ve endüstrisinin, otonomi, derin öğrenme ve sürü algoritmalarına dair bilgilerini avantaja çevirdiği bu süreçte daha esnek ve daha akıllı operasyon konseptleri sunabilir.
Türkiye’nin mevcut SİHA trendleri oldukça ümit vaat ediyor. Bu da ilerlemenin, özellikle koronavirüs-sonrası savunma ekonomisi bağlamında etkili bir şekilde yönetilmesi durumunda, Türkiye’nin önümüzdeki on yıllarda robotik harp dönüşümünü daha da hızlandıracağını gösteriyor.
Daha ağır platformlar yolda
Türk savunma firmaları bir süredir sahaya daha ağır sistemler sürmek için büyük çabalar ortaya koyuyorlar. Türk Silahlı Kuvvetleri envanterindeki ana insansız hava araçları olan Bayraktar TB-2 ve Anka, sırasıyla, 55 ve 200 kiloluk harp yükü taşıma kapasitesine sahipler. Bununla birlikte, Roketsan tarafından üretilen MAM-L gibi küçük ve akıllı çözümler, bu platformların harp sahasındaki etkinliklerini ciddi biçimde artırıyor.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 2020’lerde gelecek platformları ise gerçekten farklı bir yetenek ortaya koyacak.
“Akıncı” bu konuda azami dikkati hak ediyor. Bayraktar TB-2’nin üreticisi Baykar tarafından tasarlanan ve üretilen Akıncı, bin 350 kiloluk faydalı yük kapasitesine sahip olacak. Harp yükü kapasitesindeki bu büyük artış, platformun, 250 kilometrelik menzile sahip SOM-A milli seyir füzesi gibi oyun değiştirici mühimmatları taşımasına imkân tanıyacak. İnsansız hava araçlarının havadan-satıha seyir füzesiyle bir araya geldiği kombinasyon sayesinde ‘insansız derin darbe (deep strike) görevleri’, artık Türk savunma planlamacılarının tercihleri arasına girmiş olacak. SOM-A seyir füzesi ile birlikte Akıncı, TÜBITAK SAGE tarafından KGK (Kanatlı Güdüm Kiti) eklenmesiyle akıllı mühimmat (JDAM) standartlarına yükseltilen MK-82 ve MK-83 bombalarını taşıyabilecek. GPS / INS-destekli güdümleme yetenekleri, bu bir zamanların ‘aptal’ bombalarının (bırakma yüksekliğine bağlı olarak) 100 km’ye kadar bir menzil dahilinde bulunan hedeflerini 10 metrelik CEP (dairevi hata ihtimali / circular error probable) ile vurmasını sağlıyor. Yani, Türk Silahlı Kuvvetleri, İdlib müdahalesi sırasında Akıncı gibi bir platformu kullanabilmiş olsaydı, Suriye Arap Silahlı Kuvvetleri’ne çok daha kısa sürede çok daha büyük zarar verilmiş olacaktı.
Bir diğer insansız platform olan Aksungur, özellikle denizdeki güç dengesi bakımından oyun değiştirici özelliklere sahip olacak. TUSAŞ’ın ürettiği Aksungur, manyetik anomali detektörü (MAD) ve denizaltı harbinin (anti-submarine warfare / ASW) temel araçlarından biri olan bir “sonobuoy” taşıyor olacak. Aslında, ASW fonksiyonlarıyla ilgili mevcut literatür, düşman denizaltılarını tespit etme konusunda Soğuk Savaş dönemi ürünleri olan elektronik istihbarat, insanlı karakol uçakları, su-üstü platformlar ve denizaltı zincirine eklemlenecek olan insansız sistemlere ağırlık verilmesi gerektiğini değerlendiriyorlar. Bu niyet, savunma ekonomisinde yeni tip koronavirüsle (Kovid-19) gelen kemer sıkma önlemleri çağında daha anlamlı hale geliyor. İnsansız sistemler, sahaya sürme ve kullanma açısından daha ucuz olmanın yanı sıra kullanıcılarının hayatını riske atmadıkları için de daha kolay gözden çıkarılabilir nitelikteler.
Son olarak, Aksungur projesinden elde edilen tecrübeyi daha da geliştiren TUSAŞ’ın, artık daha hızlı bir platform olan Göksungur üzerinde çalıştığını belirtmeliyiz.
Yeni harekât tasarıları
Suriye’de savaşın süregittiği bölgeler, uzun zamandır bir harp laboratuvarı mahiyetinde. Tüm savaşanlar -devletler, devlet-dışı aktörler- neredeyse on yıldır süren mücadeleden önemli dersler çıkardılar. Topçu birliklerinin dronelarla desteklenmesi, örneğin, bu derslerden bir tanesi. Rus ve Türk silahlı kuvvetleri, düşman hedeflerinin yerlerinin tespitinde insansız hava sistemleri kullanmanın önemini kavramış durumdalar.
Rus Silahlı Kuvvetleri, Orlan-10 dronelarını 152mm toplarla donatılmış kara ateş-destek birliklerine entegre etti. Mevcut değerlendirmeler, Doğu Ukrayna’daki Rus yanlısı ayrılıkçıların yeni geliştirdikleri konseptlerinde de aynı eğilimin varlığına işaret ediyor.
2020 Şubat’ında icra edilen İdlib Harekatı’nda ise Türk Silahlı Kuvvetleri, Bayraktar TB-2 ve Anka-S SİHA’larını çok namlulu roketatar ve obüsleriyle (ağırlıklı olarak 155mm Fırtına) birlikte kullandı.
Mukayese edecek olursak, Rusların avantajı, 20km menzile ve yüzde 70 ila 80 arasında isabet olasılığına sahip olduğu bildirilen 2K25 Krasnopol güdümlü topçu mühimmatından kaynaklanıyor. Türkiye’nin kara ateş destek silahları için envanterinde böyle bir mühimmat bulunmuyor. Muhtemelen, Batı’da buna muadil olabilecek en dikkate değer unsur, Raytheon & BAE Systems’ın 155mm M982 Excalibur mühimmat ailesidir. Ancak, iş İHA’ların mukayesesine geldiğinde, Türkiye’nin Bayraktar TB-2 ve Anka-S’i, Orlan-10’a kıyasla daha uzun havada kalış süreleri ve daha büyük harp yükü kapasiteleriyle öne çıkıyorlar. Ayrıca, Roketsan yapımı akıllı mühimmatlar Türk dronelarının gerektiğinde hedefe nokta vuruş ateş gücü yöneltmesini sağlıyor.
Bir diğer önemli proje, Alpagu sabit kanatlı taarruzi SİHA’nın üst düzey Akıncı SİHA’lar ile entegrasyonu. Türkiye’nin Savunma Sanayii Başkanı Prof. Dr. İsmail Demir, 2019’da umut verici bir simülasyon videosu tweetledi; paylaştığı görüntü bu kamikaze SİHA’nın (Alpagu) Akıncı SİHA’sına atış vasıtası gibi ya da ana-gemi gibi entegrasyon planlarını sergiliyordu.
Çeşitli platformlardan sürü drone’lar bırakmak, günümüzde sahadaki en yeni, en göz alıcı ve geleceğe yönelik çalışma sahası. 2017 yılında, Amerikan ordusu F/A-18 Super Hornet uçaklarından 103 Perdix drone bıraktı. ABD Donanması, çok namlulu roketatar benzeri sistemlerden ateşlenen sürü droneların bulunduğu LOCUST Projesi’ni (Düşük Maliyetli İHA Sürü Teknolojisi) geliştiriyor. 2019’da NASA, başka bir insansız ana gemiden kalkan CICADA sürü (swarming) drone’larını ilk defa test etti.
Türk savunma ekosisteminin, önünde bu açıdan kat etmesi gereken uzun bir yol var. Birincisi, Ankara’nın fikirleri henüz kavramsal bir aşamada. Mini dronelar taşıyan ana-gemi droneların test edildiğine dair bir bilgimiz yok. En azından, bu tür deneylerle ilgili açık-kaynaklı herhangi bir rapor bulunmuyor. Ayrıca, gelecek sadece “daha küçük dronelar taşıyan daha büyük droneların çağı” olmayacak; veri tümleştirme ve ağ merkezli konseptler, yeni nesil robotik harbin en can alıcı unsurlarını oluşturuyorlar.
Son olarak, Türk dronelarının gelişim sürecinin yol haritası bazı egzotik özellikler de içeriyor. Akıncı, yerli üretim havadan havaya füzeler taşıyor olacak. Geldiğimiz nokta itibariyle, dünya semaları insansız platformların insanlılara galip geldiği bir hava savaşına henüz şahit olmadı. Bazıları, BVR (görüş mesafesinin ötesi) füzeleriyle bunun değişebileceğini iddia edebilir, ama gerçekten olup olamayacağını evvelemirde bekleyip görmek gerekiyor. Bununla birlikte, havadan havaya füzelerin Akıncı’yı diğer insansız platformları düşürmek için gereken kritik yetenek ile donatacağı neredeyse kesin.
Yeni ufuklara doğru
Türkiye’nin mevcut SİHA trendleri oldukça ümit vaat ediyor. Bu da ilerlemenin, özellikle koronavirüs-sonrası savunma ekonomisi bağlamında etkili bir şekilde yönetilmesi durumunda, Türkiye’nin önümüzdeki on yıllarda robotik harp dönüşümünü daha da hızlandıracağını gösteriyor.
Elbette ki, diğer taraftan henüz ele alınmamış birçok alan da yok değil. Ankara’nın anti-radyasyon taarruzi SİHA’lara ilgi duyduğu da biliniyor. Bu işin hızlandırılması gerekiyor. Bu yeteneklerle İdlib operasyonu, özellikle hava savunma sistemlerinin avlanması, daha etkili olurdu. İkincisi, Türkiye’nin insansız sistemler yol haritasının “cross-domain” nitelikler göstermesi gerekiyor. Başka bir deyişle, insansız kara araçları ile insansız hava sistemlerinin birlikte çalışabilirliğini artırmak/geliştirmek zaruri. Üçüncüsü, robotik ve otonomi, multi-disipliner araştırmalar gerektiren alanlar. Türkiye’nin multi-disipliner, yenilikçi, hayata geçirilebilir teknik bilgi geliştirecek kurumlara ihtiyacı var.
Yine de Türk savunma eko-sistemi her platformu bir sonraki aşamaya geçmek adına bir sıçrama tahtası olarak görüyor. Bu yaklaşım bizlere umut veriyor. Silahlı Kuvvetler yeni harekât tasarıları geliştiriyor ve savaşarak öğreniyor. Bu da umut vaat eden bir başka husus. Ayrıca, savunma sektörü -yani tedarikçiler- ve Türkiye’nin savaşçıları -yani tedarik zincirinin talep tarafı- arasındaki mesafe, geribildirim zincirleri açısından epey kısalmış durumda. Bürokrasi kültürü göz önüne alındığında bu, başarılması çok zor bir şeydi. Birçok durumda, insansız sistem geliştiricileri, kısayol verimliliğinin adeta ders kitabı niteliğinde olacak şekilde operasyonel birliklerle doğrudan çalışıyorlar.
Son olarak da jeopolitik kimlik konusu önem kazanıyor. “Akıncı” tabiri, Türk hafif süvarilerinden geliyor. Akıncılar savaşırlarken, menşeleri olan Doğu’nun savaş alanlarındaki Türk-Moğol atlı savaşçılarının mirasını taşıyorlardı. Mükemmel manevra kabiliyetlerine ve esnekliklerine dayanarak, çoğunlukla sayıca çok az kaldıkları en riskli hudut bölgelerine at üstünde intikal edip daldılar. Özellikle, Türk Kurtuluş Savaşı’nın son safhasında, daha sonra Cumhuriyetin kurucusu olacak, ordunun Başkomutanı Mustafa Kemal Paşa, süvari birliklerini büyük maharetle sevk ve idare ederek belirleyici bir avantaj olarak kullandı, ki elde ettiği zaferler, süvarilerin kazandığı en son birkaç başarı olarak harp tarihine geçti. Türkiye, ilerleyen yıllarda envantere girecek ana muharebe tankına, o zamanki Türk Süvari Kolordusu Komutanı General Fahrettin Altay’dan ilham alarak “Altay” adını koydu. Aynı şekilde, taktik ve MALE segmentlerinin ötesine geçecek ilk üst düzey insansız hava sistemi, Türk atlı öncü savaşçıları olan Akıncıların adını aldı.
Bu isim tayinleri nostaljik bir sembolizmin ötesinde anlamlar taşıyor; Türk askeri ekolündeki stratejik kültürel mirası yansıtıyorlar.
Kaynak AA / Dr. Can Kasapoğlu
Mütercim: Ömer Çolakoğlu
[Dr. Can Kasapoğlu, İstanbul merkezli bağımsız düşünce kuruluşu EDAM’ın Savunma ve Güvenlik Araştırmaları Programı Direktörüdür]